Gözüne Dizine Düksün

Gözüne Dizine Düksün | Serbest Çığrışım

Bu eski püskü şatodan bıkmıştı artık. Lanet gitsin. Kapıları gıcırdıyor, damı akıyor, uçları meme yapıyor… Acele bir tesisatçı çağırmak gerekti. 70’lerin altından albümlerinin kaydedildiği şatodan geriye adeta bir kazulet kalmıştı. Ziraatkârların ismini sevmediği kadar vardı. Zaten neredeyse Dük’ün birinci adamı Nikolai Trigeçkov’dan ziyade tamirciler yaşıyordu şatoda. Bazı tamircilerin evlerini açan kendi anahtarları vardı. Herkes birbirini bilirdi düklükte. Demircinin fırıncıya, dokumacının tabakçıya, marangozun kalburcuya, sonra hepsinin Dük’e kalburüstü bir miktar borcu vardı. Güven tesisi ve tahsisi bu girift ilişkiler yumağında beliriveriyordu. Şato kapısında herhangi bir anda bir tesisatçı belirmesi an meselesiydi.

Oysa çalan kapının ardında Polina Ivanova vardı. Cekedinin son ön düğmesini de ilikledikten sonra yan aynalardan birine dikiz atıp sakin bir tebessümle kapıyı açtı Nikola.

“Ah Poli kuzum, ne işin var bu saatte burada?”

“Svetlana beni ders çalışmam için buraya yolladı. Sizin kitaplarınız varmış.” diye karşıladı Poliana fırfırlı etek giymiş utangaç kız çitlembikliğinde.

“Kitaplar? Ah, korkarım hepsi burada değil. Ama olanlara bakmak istersen…”

“Eğer izin verirseniz…” deyiverdi Polana masum baş öne eğişi eşliğinde.

Nikalai hafif tebessüm ederek eşikten çekiliverdi. Polonya kapıdan içeri süzüldü.

Şatoda kimi zamanlar yan beyliklerden üst düzey ziyaretçiler ağırlanırdı. Analı kızlı olan bu ziyaretler çoğu zaman beklenmedik olaylara gebeydi. Aksi gibi şatoda ne zaman bir ziyaretçi var, o zaman bir şeyler arızalanırdı. Yine o arızalı günlerden birinde Dük Alonçon atını bezeyip şatonun kapısına vardığında kilidin değişmiş olduğunu gördü. Kapısını tıklattı. Tuhaf bir durumdu bu. İçeriden birtakım gıcırtılar ve adım sesleri. Kapı açıldığında karşısında yarı eğik başı utangaç suratıyla çilingir dikildi. “Efendim bahçıvan içeriden zımbırtısını alamamış. Kilit bozuktu şimdi düzelttim.” Dük “ne yapam da ne edem” mazlumluğu ile terziden yeni aldığı hırkasını vestiyer odasına bıraktı. Çilingire “İçerisi çok soğuk. Sen dışarı çık istersen.” diye kapıyı gösterdi.

O gittikten sonra yatağa yattığında “Kraliçeler neden beste yapmıyor?” diye düşüncelere daldı. Bunun önünde bir engel yoktu. Krallar yapıyordu ve onların daha çok boş vakti vardı. “Tuhaf.”

Yatakta düşünceler uyutmayınca şehre inmeye karar verdi. At yorucu oluyordu duraklamalı ziyaretlerde. Tabanayak gitmeye karar verdi. “İstediğim yerde dururum, park sorunu olmaz.”

Şatonun yolu yağmur yağalı çok olmasına rağmen çamurluydu. Çizmeleri hafiften kirlendi, umursamadı. Şehre indiğinde herkesin ona saygı göstermesinden ayrı bir lütuf alıyordu. İrdelemesi gereken hayatlar yoktu. Veya alması gereken gereçler. Yalnızca o anda var olmak. Kaç kişinin becerebildiği bir meziyetti? Düklüğün getirdiği birtakım hoşluklar.

“Aah sen ki koca dük, şatoda çok sıkılıyorsun herhalde.” Manav Vladimir her zamanki hadsizliğindeydi.

“Domates bu mevsimde olmazdı, nereden buldun bunları?” diye sordu Dük.

“Kırmızı bunlar, yeşil değil. Her mevsimde olur.”

Dük’ün kaşlar yukarı kalktı. “Hmm… Ama domates dediğin yeşil olur. Hiç de kokmuyorlar?”

“Bunları daha çok alıyorlar. Ondan artık bunları satıyorum.”

Dük domatesleri almadan geri döndü. Dönüş yolunda hep düşünceliydi. Kokusuz domates mi olur? Bir şeye benzer mi? Bir anda kırmızı domateslerin tadını hiç merak etmediğini fark etti. Belki de onlar daha lezzetliydi? “Hiç sanmam.” diye düşündü. Öyle olsa avam onları tercih eder miydi…

O sırada kapı çalındı. Ürkek Polina parmak uçlarındaydı.

“Ah Pollam, gelsene. Ben de kafamda meşguldüm.”

“Kitapları yerlerine yerleştirdim. Çok şey öğrendim. Çok teşekkür ederim.”

“Ne zaman istersen alabilirsin.”

“Peki ya siz?”

“Domatesler kırmızı olmuş. Biliyor muydun?”

“Evet. Bir süredir öyleler.”

Dük’ün yatı batar. “Alem olmuş. Bunu düzeltmek gerekir.”

“Aman Dük’üm, olur mu öyle şey?”

“Neden olmasın?”

İlerleyen günlerden itibaren şatonun kaynakları domateslere akar. Şehirdeki manavlar ihya olur. Halk isyandadır. Bu mümbet durum yaklaşık çeyrek asır böyle devam eder. Vakti geldiğinde Dük’ün cenazesi yapılır. Cenazeye orta ölçekli bir katılım olur. Nikolai tabutun başında kırmızı domates yemektedir.

Bir Cevap Yazın